Atatürk ile ilk tanışmanızın öyküsünü anlatır mısınız?
Atatürk ile tanışmam çok eskilere dayanıyor. 1919 yılında Atatürk, Anadolu'ya geçmeden evvel babamla ve bir Fransızla olan görüşmesi için bizim eve gelmesi gerekiyormuş. Babamla Atatürk okuldan tanışıyorlar, Şakir Paşa apartmanında oturuyorduk. Fakat kimsenin bilmemesi gerektiği için adamları gönderdiler ve kapıyı benim açmamı söylediler. Ben de 9 yaşında çocuktum o zamanlar. Atatürk'ü ilk gördüğüm zaman müthiş etkilenmiştim. Çok yakışıklı görmüştüm onu. Hakikaten de yakışıklıydı. İnsanı etkileyen bir şahsiyeti vardı. Sapsarı saçlı, mavi gözlü ve o zaman siyah pelerin giyiyordu. Atatürk'ü ilk o zaman gördüm. Sonra İzmir'de 1922'de nikahlanmıştı Latife Hanım'la. Babam da oranın kumandanıydı. Nikahta şahit olarak bulunmuş ve davetiyeyi de o yapmıştı. Nikahtan sonra da annem eve davet etti Atatürk'ü. Biz Karşıyaka'da oturuyorduk. Atatürk de kimseye söylenmemesini rica etmişti, doğrusu babam da kimseye söylememişti. Motorla geldiler, ev iskeleye çok yakındı. Geldiğinin kimse farkına varmadı. Bu arada daha sonra öğrendiler. Aşağıda bir oda vardı, ön tarafa kimseyi almadık. Atatürk pencerenin yanında oturuyordu, herkes toplandı, annem şampanya ikram etti. Eski ailelerinin adetleridir, kızlarının marifetlerini gösterirler. Benim de keman çalmamı istediler. Atatürk benim kemanımı dinlemeye mecbur oldu. Bir defterim vardı, ona çok güzel şeyler yazmıştı. Halen saklıdır. Sonra ben Kışıç Ali ile evlendim, dolayısıyla çok sık gördüm Atatütk'ü..
Atatürk'le ilgili anılarınız neler?
Yazları Atatürk, Florya'daki köşkte kalırdı. Bizim ev de hemen hemen onun üzerinde, orada kalırdık Kılıç Ali ile beraber. Bir gün haber gönderdiler; Atatürk Moda'ya gidiyor diye. O zamanlar yarışlar vardı ve Moda kıyısında yapılırdı. Sizi de çağırıyor dediler, ben de hazırlandım ve gittik. Yaverler vardı Savarona alınmamıştı daha. Başka bir yatla gittik ve demirledi Moda Koyu'na, oradan yarışları seyrettik. O zaman adetti, yarışlardan sonra Moda Klübü'nde yemek verirlerdi. Atatürk'ü davet etmeye geldiler. "Davet ediyorlar hanımefendi, gidelim mi?" dedi. Çok nazikti. Hiç bana sormasına gerek yoktu. "Tabii emredersiniz Paşam, kıyafetim pek yemeklik değil." dedim "Önemi yok." dedi. Biz çıktık, koca bir masa hazırlandı, çok uzun büyük bir masa oldu mebuslar, müvekkiller vardı ve oturduk. Bir zaman sonra herkes konuşuyor, müzik çalıyor.. Atatürk hanımlara dönerek "Bir türkü söylesenize" dedi. Evvela bana sordu. "Kusura bakmayın Paşam ama ben hiç türkü söylemesini bilmem." dedim. O zamanlar şimdiki gibi değildi. Şimdi restoranlarda herkes hem söylüyor hem oynuyor. O zamanlar adet değildi. Moda Klübü'ne çok gelip giden bir hanım vardı. Sanıyorum annesi Macar'dı. Çok güzel bir hanımdı. Ona döndü, o "ben söyleyeyim." dedi ve söyledi. Sonra bize döndü, "bakın" dedi, "yarı Türk olan bu haım şarkı söylüyor da siz bilmiyorsunuz, söylemiyorsunuz. Bunu bilin ki, türkü söylemeyen, kendini çıkaramayan bir millet, millet olamaz." dedi. Ben bu anıyı çok severim.
Atatürk sizce nasıl bir insan ve nasıl bir lider?
İnsan olarak tam bir insandı. Göründüğü gibi sert değildi. Herkesi azarladığı zamanlar olmuştu, ama hayatında çok insana yakın ve yakınlık arayan bir insandı ve yalnızlığını çok hissetmiştir. Hatta bir defasında bana çok dokunmuştu. İstanbul'dan Ankara'ta dönmüşler, tabii her zaman Kılıç Ali muhakkak yanında olurdu. Akşam geç vakit gelmişler. Arkadaşları eve gidiyorlar, Atatürk de yalnız kalmış "Eh gidin siz hepiniz evinize, ben tabii yalnız kalırım." demiş. Bu bana çok dokunmuştu. Hakikaten yalnız kalmıştı o gece, fakat arkadaşlarının özel hayatlarını çok takip ederdi, evleri nasıl, iyi döşenmiş mi, nasıl yaşıyorlar.. Çok ilgisini çekerdi. Dostluklarında çok tuhaf bir şey herkes onu çok atıldan zanneder, utangaçtır. Hakikaten de kendini çok yalnız hissettiğini biliyorum. Liderliği büsbütün başkaydı. Atatürk'ü diktatör diye tanıtmak isteyenler çoktur tabii ki, birçok şeyleri diktatörce yapmış fakat hiçbir devrim başka türlü yapılamazdı. Gene de demokratik kuralları bir dereceye kadar muhafaza etmeye uğraşırdı. Şöyle ki, Hikmet Bey vardı. Dil üzerine çok büyük etüdler yapmış bir kimseydi, aynı zamanda milletvekili idi. Atatürk'ün bir kelime için sabaha kadar münakaşa ettiğini biliyorum. Hatta arkadaşları "Paşam, kendinizi çok yoruyorsunuz.", "Yok" demiş "Ben kendi yalnız düşüncemi değil, her düşüncemi kabul ettirirsem Hikmet'e, o zaman herkesin kabul edeceği bir düşünce olduğuna ilk ben inanırım, onun için uğraştım, inandım.". Tabii ki diktatör ortamında yapılmıştır tüm devrimler, başka türlü yapılmasına imkan yoktu. Atatürk de memleket kurtarmış bir adam. Hiçten bir memleket sahibi yaptı hepimizi ve de yaptığı devrimler halkın uğrunaydı. hiçbir ülkede bu kadar çok devrim, kan akıtılmadan az zamanda yapılmamıştır.
Şimdiki liderlerle sizce arasında nasıl bir fark var?
Hiç mukayese edilmeyecek kadar fark var. Onun için mukayese etmiyorum..
Atatürk'ün Kadın Hakları için verdiği uğraş bugün sizce devam ediyor mu?
Kadınlar kendi haklarını muhafaza etmek için uğraşıyorlar. Az çok zaten bir yere de gelmişler. Artık onların bu haklarını bırakmaya imkan yok. Kadın çalışıyor. Kendi vücuduna sahip. Kendi sorumluluğunu alabiliyor. Bu hakları elde etmiş, artık bunu kolay kolay vermez tabii. Zannediyorum ki, herhangi bir zorlama karşısında herhalde ilk karşı çıkacak insanlar da kadınlar olacaktır Türkiye'de.
Siz de bir sanatçısınız. Atatürk'ün sanatçılara bakış açısı nasıldı?
Atatürk sanat için çok şey yapmıştır. Evvela müzik üzerine, tiyatro üzerine olsun yaptırdığı hem eylemler hem çıkarttığı kanunlar. Mesela polifonik müzik üzerine çalışmalarını tavsiye etmiştir. İdil Kanunu'nu çıkartmıştır. Çok küçük ve çok yetenekli çocukların tahsili için kanun çıkartmıştır. Örneğin İdil çok küçükken Paris'te müzik tahsilini yapmıştır. Okullarda çok büyük yenilikler yapıldı. Bir çok şeyin temellerini attı. Batı tercümesi yapılmasını uyardı, tamamıyle Batı seviyesine gelinmesini istiyordu.
Atatürk bugün yaşasaydı neler olurdu?
Çok şey olurdu tabii. O kadar büyük fırsatlar var şimdi. Türkiye herhalde bu ekonomik durumlara düşmezdi. Bu şeriat problemlerinin içerisinde olmazdı ve herhalde bütün Ortadoğu'nun başında gelen bir memleket olurdu.
Türk Kadınları Atatürk'ün açtığı yoldan gidiyorlar mı?
Büyük bir kısmı gidiyor, ama gitmeyenler de var. Onların da beyinleri yıkanıyor. İhtiyaçları olan şeyler başka yerlerden temin ediliyor. Oldukları durumdan dolayı kayıyorlar, başka uygar olmayan kadın haklarının elde edilemeyeceği yollara sapıyorlar. Çalışan uygar kadınlar yollarında gidiyorlar ve gideceklerdir. Onların değişmesine de imkan yoktur.
Bu röportajı seneler önce yaptım, Atatürk'ü anmak adına sizlerle de paylaşmak istedim..
Füreya Koral Kimdir;
"Füreya Koral İstanbul'da doğdu. Babası Emin Paşa idi. 1927'de Notre Dame de Sion Kız Lisesi'nden mezun oldu. Bir süre İstanbul Üniversitesi'nde Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne devam etti. Dönemin ünlü Macar keman virtüözü, sonradan Füreya'nın teyzesiAliye Berger ile evlenecek olan,Charles Berger'den özel keman dersleri aldı. 1940 - 1944 arasında müzik eleştirileri yazdı, çeviriler yaptı.
İkinci evliliğini o zaman milletvekili olan Kılıç Ali ile yaptı ve Ankara'ya yerleşti. Bu evlilik sırasında tüberküloz'a yakalandı. İsviçre'de Leysen'de sanatoryomda tedaviye gitti. Burada iken Londra'da bulunan teyzesi Fahrelnissa Zeid, vaktini verimli geçirmesi amacıyla ona sanatla uğraşma materyelleri gönderdi. Bunlar arasında bulunan seramikçilik alet ve materyalı dolayısiyla ilk defa seramikçiliğe ciddi bir uğraş olarak başladı.
1947de Lozan'da seramik çalışmalarına başladı. Ardından tanınmış Fransız seramikçi Serré'nin desteği ile, Paris'te özel bir seramik atölyesinde çalışmalarını sürdürdü. İlk seramik ve taşbaskı sergisini 1951'de Paris'te açtı. Aynı yıl yurda döndü, Maya galerisinde yapıtlarını sergiledi. Yurt içi ve yurt dışındaki çeşitli sergilere katıldı, ödüller aldı.
Füreya Koral, 26 Ağustos 1997’de 87 yaşında İstanbul'da öldü."
Kaynak: Vikipedi
Suzi Barokas Fergan
Twitter:@fergan_S
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder