18 Eylül 2013 Çarşamba

OL Hali - Şefkat Değer Leblebici (Şifa Perisi)



OL Hali … AŞK-I DEVRAN !
Erken yatmış ve sabahın çömez ışıklarıyla erkenden uyanmıştım. Hani sokağa, bir mesaiye gidiyormuş gibi çıkılıp, bütün gün oynanan zamanlar vardı ya, işte o günlerden birindeydik. Fırından yeni alınmış taze bir ekmeğin, baş tarafını elimle koparıp, içinin hamurunu çıkarmış ve ağzına kadar erzincan tulum peyniri ile doldurmuştum. Elimde ekmeğim, apartmanın merdivenlerinden ikişer üçer atlaya atlaya ve atlarken de kaç basamak atladığımı saya saya inmiş, mahallemize geçen sene açılan çocuk parkına doğru yola koyulmuştum.
Parka geldiğimde, salıncakta sallanan bir çoçuk dışında başka kimse yoktu. Bende salıncakta sallanmak için o çocuğun yanına gittim ve sıra beklemeye başladım. Hem sıranın bana gelmesini bekliyor, hem de peynirli ekmeğimi iştahla yemeye devam edip bir yandan da sallanan çocuğu seyrediyordum. Yüzünde, yanaklarının üzerine, sanki bir avuç kırmızı kahverengi kum atılmış gibi, yerçekimsiz duran çiller vardı. Saçları da yüzündeki çillerle uyumlu, turuncu-kızıl renginde ve yaramaz kesilmiş bir kakülle gözlerinin üzerine düşmüştü. Bordo şortu, önünde kocaman bir basket topu olan sarı tişörtü ve arkalarından kırmızı ışıklar çıkan spor ayakkabıları ile “O, GÜNEŞE BENZİYORDU”. Benim, salıncağın yanına gelmeme hiç aldırmamış ve inmeyeceğini belli edercesine bana bir kez dahi dönüp bakmamıştı. Ben sabırla sıranın bana gelmesini bekleyip, beklerken de bir türlü bitiremediğim ekmeğimi küçük utangaç lokmalarla yemeğe devam etmiştim. Uzun, lüleli siyah saçlarım ve ona şaşkınlıkla bakan iri siyah gözlerim vardı. Üzerinde küçük beyaz kelebekler olan karpuz kollu siyah bir elbise giymiştim. Saçlarımda da elbisenin üzerindeki kelebeklere benzeyen gümüş rengi, lame yaldızlı kelebek şeklinde bir toka takılıydı. Ayaklarımda, aynı saçlarımdaki tokanın rengine benzeyen babet ayakkabılar vardı. “BEN, AYA BENZİYORDUM.” O bana hiç aldırmadan sallanmaya devam etti, ileri-geri, hızlı-yavaş, öne-arkaya … Bekledim. Ekmeğim bitti. Ellerimi önümde tuttum, arkamda bağladım, tek ayağımın üzerinde zıpladım,yere çömelip kalktım, saçlarımdaki tokayla oynadım .. bekledim..
Artık ben, vazgeçip eve dönmek üzereyken, o birden, hızla sallanan salıncaktan tam benim önüme atlayarak, “Oynayalım mı “diye sordu. Onun bal rengi gözlerini kızıl kaküllerinden zorla görüyordum. “Tamam, olur, oynayalım” diye cevap verdim ona. Bu ikimizin ilk ve son konuşmasıydı. Bir daha gün boyu başka tek söz söylemeyecektik. Ben ona cevap verdikten hemen sonra el ele tutuştuk ve birlikte koşmaya başladık. Hem koşuyor, koşarken de kahkahalar atarak gülüyorduk. Çocuk parkından çıkıp parkın hemen önündeki otoyoldan karşıya geçtik. Yol kenarındaki genç çınar ağaçlarının altında birikmiş olan yağmur sularından su içen küçük serçeleri seyrettik. Kuşlar uçtuklarında, o benim elimden tutup beni suyun içine çekti. Beraber suyun içinde zıplamaya başladık. Zıpladıkça, yüzümüze, elbiselerimize çamurlu sular sıçrıyordu, daha çok zıpladıkça daha çok sıçrıyordu, ağzımıza gözlerimize bile çamurlu sular kaçmıştı. Ama durmaksızın, daha çok zıplıyor, daha çok gülüyorduk, daha çok, daha çok.. Sonra o birden yukarıya ağacın dallarına baktı. Yüzündeki muzip gülümseme ile ağaca tırmanmaya başladı. Ağacın kuytu bir kovuğuna oturup sırtını koca gövdeye yasladı. Ben aşağıda, ayağımdaki gümüş rengi babetlerimle, yağmur suyu içinde durmuş yukarıya, ona bakıyordum. Çıkabilmem için bana elini uzattı ve beni yukarı çekti. Bir ağacın kuytu kovuğunda, yan yana hiç konuşmadan oturduk. Sessizliği benim ayağımdan çıkıp yerdeki suya düşen ayakkabımın sesi bozdu. Ses, önce aşağıya sonra birbirimize bakıp gülmemize neden olmuştu. Ben diğer ayağımı da sallayarak ayakkabımın tekini de suya düşürdüm. O, hiç zaman kaybetmeden, arkasından kırmızı ışıklar çıkan ayakkabılarının bağcıklarını çözüp önce birini sonra diğerini sırasıyla su birikintisinin içine fırlattı. Güldük, çok güldük. Bir ağacın kovuğunda yan yana oturmuş, ayaklarımızı sallıyor, kollarımızı havaya kaldırıp alkışlar yapıyor ve daha çok, her seferinde daha çok gülüyorduk.



Derken aynı anda yere atladık birbirimize hiç sormadan. Islanmış ayakkabılarımızı acele ile giyip yeniden el ele tutuşup tekrar çocuk parkına doğru koşmaya başladık. Park da kaykaylardan kaydık, tahterevalliye bindik, ipten köprüleri geçtik, zincir merdivenlere tırmandık, durduk, çıktık, bindik, yorulduk..ama çok güldük ve hep daha çok güldük, daha çok, daha çok…
Sonra ben kum havuzunun ortasına sırtüstü uzandım. O bana bakıp gülümsedi ve boş duran salıncağa gidip yeniden sabah ki gibi sallanmaya başladı. Uzandığım sıcak kumların üzerinde bir müddet onun sallanışını izledim, ileri-geri, yavaş-yavaş .. göz kapaklarım çoktan kapanmış, ayağımda gümüş babetlerimle kumların üzerinde uyuyakalmıştım. Uyandığımda, o yoktu. Şefkat Değer Leblebici
OL HALİ MUTLULUK HALİDİR. *Çabalamayın. *Sabırsızlanmayın. *Sitem etmeyin, dert yanmayın. *Kötülemeyin. *Küçümsemeyin. *Aşık olmayı değil aşk ile bakmayı öğrenin. *Kaçmayın, özellikle sizi yoran her şeyin üzerine gidin. *Size sorulan bütün sorulara cevap verin ve anlatılan her şeyi dinleyin. * Her şeyin her zaman değişebileceğini ve herkesin bu potansiyele sahip olduğunu unutmayın.
GÜLÜMSEYİN, DAHA ÇOK GÜLÜMSEYİN, DAHA ÇOK, DAHA ÇOK.. GÖZLERİNİZ HEP ÇOK MUTLU BAKSIN ..
Gözaltı morlukları için : Susam yağı------- 30 ml. Itır yağı ---------- 2 damla Ardıç yağı ---------2 damla Papatya yağı------5 damla Servi yağı ---------2 damla Uygulama: Damla olarak verilen yağlar sırasıyla susam yağı içine eklenir ve yavaş hareketlerle çalkalanır. Güneşten uzak, oda sıcaklığında saklanmalıdır. Sabah ve akşam gözaltlarınıza yumuşak dokunuşlarla uygulayabilirsiniz.

Şifa hep sizinle Olsun..
@ŞifaPerisi



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder